17 Nisan 2008

YILMAZ GÜNEY

“Ben bir kavga adamıyım. Sinemam da bir kavganın, halkımın kurtuluş kavgasının sinemasıdır..”
Aşktır, acıdır, umuttur Yılmaz Güney.. Derin bakışlarının ardında yatan o büyük ustalıktır. Yaşadığımız bu çağda, bize bıraktıkları ile ışığımızdır. Senaryolarının teması gök gürültüsünü andırır. Oyunculuğu ise, gümbür gümbür bir çığlıktır. Türkiye’de herhangi bir eve girdiğinizde, resimlerinden birini çerçeveletilmiş bir şekilde görebilirsiniz. İşçisinden, köylüsüne, aydınından, öğrencisine toplumun her kesiminden insanın yüreğine ulaşmayı başarmıştır. Acılarımıza merhem olmuş, ruhumuzu dinlendirmiş, her şeyden önce de düşündürmüş, insanlarımızın dertlerini anlatmıştır. Asla unutulmayacak, sonsuza kadar yaşayacaktır..



”Hayat bize mutlu olma şansı vermedi sevgili. Biz kendimizden başka, herkesin üzüntüsünü üzüntümüz, acısını acımız yaptık. Dünya'nın öbür ucunda hiç tanımadığımız bir insanın gözyaşı bile içimizi parçaladı.... Kedilere ağladık, Kuşların yasını tuttuk. Yüreğimizin yufkalığı, kimi zaman hayat karşısında bizi zayıf yaptı. Aslında ne güzel şeydir, insanın insana yanması sevgili... Ne güzeldir bilmediğin birinin, derdine üzülmek ve çare aramak. Ben bütün hayatımda hep üzüldüm, hep yandım.. Yaşamak ne güzeldir be sevgili, sevinerek, severek, sevilerek. Düşünerek... Ve o vazgeçilmez sancılarını duyarak hayatın..”

Oyuncuların değil, bir yönetmenin kitlelerce benimsenmesi belki de Türk sinema tarihinde bir ilki oluşturur. Yılmaz Güney. Sinema yönetmeni, senarist, yazar ve aynı zamanda bir aktör. Günümüz yönetmenlerinin birçoğunun sinema anlayışına yön veren Yılmaz Güney, zamanın siyasi çalkantıları sırasında pek çok kez soruşturma geçirmiş ve hapse düşmüş ancak o mesleğini parmaklıkların ardında da olsa sürdürmeye devam etmiştir. Asla yılmamış, pes etmemiştir.
Soyadı Pütün olan Yılmaz Güney, 1 Nisan 1937'de Adana'nın Yenice köyünde doğdu. Bir işçi ailesinin yedi çocuğundan biriydi. İlk ve ortaöğrenimini Adana'da tamamladı. Öğrenimi sırasında ailesinin maddi zorlukları yüzünden pamuk işçiliğinden, gazoz ve simit satmaya kadar birçok işte çalışmak zorunda kaldı. Ardından Kemal Film ve And Film şirketlerinin bölge temsilciklerinde çalıştı. Aynı zamanda öyküler yazıyor, edebi birikimini artıyordu. Ankara Hukuk Fakültesi'nde okurken yönetmen Atıf Yılmaz ile tanışması da mesleğinde ilerlemesi açısından önemli bir basamağı oluşturur. Atıf Yılmaz'ın desteğiyle sinema çalışmalarına da başlar.

1959 yılında Atıf Yılmaz tarafından çekilen Bu Vatanın Çocukları ve Alageyik filmlerinin senaryolarını yazar ve aynı zamanda oyuncu olarak katkıda bulunur. Karacaoğlan'ın Karasevdası'nda da yönetmen yardımcılığına kadar yükselir. Yeni Ufuklar ve On Üç gibi dergilere de öyküler yazan Güney, bir öyküsünde komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle yargılanır ve 1961 yılında bir buçuk yıl hapis cezasına mahkûm olur.

"Canım, Sevdiğim, Yüreğim
Bu duvarlar yetmiyor bizi ayırmaya bilesin.

Bu parmaklıklar, bu demir kapılar, bu hava, inan.
Bazen bir yumrukta yıkacak kadar güçlü,
Bazen bir serçe kadar güçsüzsem bir nedeni vardır.
Hangi zorluğu yenmemiş insanoğlu.
Hele taşıyorsa içinde bu insanca sevgiyi.
Güzel günler, zorlu duraklardan geçer sevdiğim.
Damla damla birikiyor insan.
Damla damla sevgili.
Bir gün akıp gideceğiz hayata.
Duvarlar yıkılacak, açılacak bütün kapılar bilesin.
Benim yüreğim sensin şimdi, seni vurur durur.
Ve yine damla damla çoğalıyorsun içimde."

İki yıl sonra kaldığı yerden işe devam eder. Daha çok ikinci sınıf serüven filmleriyle haşır neşir olur. Bu filmlerde karşımıza çıkan "Anadolu çocuğu" karakterinin ezilen, hor görülen ancak suskun kalmayı kabul etmeyen, baskıcı otoriteye direnen yapısı, bu tiplerle kendini özdeşleştiren kesim tarafından kolayca sevilir. Güney'e Çirkin Kral lakabının takıldığı bu dönemde öyküsünü kendisinin yazdığı ve Lütfi Akad'ın yönettiği Hudutların Kanunu adlı filmdeki doğal ve abartısız oyunculuğu gerçeklikten son derece uzak Yeşilçam sinemasında da bir farklılaşmanın başladığının göstergesidir.

Gerçek anlamda ilk kez 1967'de yönetmen koltuğuna oturan Yılmaz Güney, 1968 yılında önemli sayılabilecek ilk filmi Seyyit Han'ı çeker. Doğu topraklarındaki bir sevda öyküsünü anlatan bu film, üslubu açısından olumlu tepkiler alır. Hemen ardından Aç Kurtlar ve Bir Çirkin Adam'ı çeker. 1970'e gelindiğindeyse Türk sinemasında önemli bir yere sahip olan Umut adlı film seyirciyle buluşur.

'Umut', eski faytonu, gücü dermanı kalmamış atıyla nüfusu kalabalık ailesini geçindirmeye çalışan, ağır yaşam koşullarının zorlamasıyla giderek çıkmaza giren, bir trafik kazasında atını kaybettikten sonra önce faytonunu, başarısız bir soygun denemesinin ardından da elinde neyi varsa satan, sonra da define aramaya koyulan Cabbar'ın öyküsünü anlatır. Güney'in kendi yaşamından da izler taşıyan bu film, öykünün durduğu yer ve anlatımının gerçekçiliği bakımından çizgisini hemen belli eder. Adana Altın Koza Film Şenliği'nde en iyi film seçilen, sansür kurulu tarafından yasaklanması ertesinde Danıştay kararınca gösterime giren 'Umut', burada olduğu kadar, yurtdışında da ilgiyle karşılanır.

1971 yılında üç filminin birden (Ağıt, Acı ve Umutsuzlar) Adana Altın Koza Film şenliğinde dereceye girmesi böyle bir şeyin ilk olması bakımından şaşırtıcıdır, ancak onun yeteneğini bilenler için tam tersidir.
1972 yılında siyasi olaylara karıştığı gerekçesiyle tutuklu kalan Güney, Boynu Bükükler adlı romanını yeniden yazıp Boynu Bükük Öldüler adıyla yayımlar. Kitap, 1972 yılında Orhan Kemal Roman Ödülü'nü kazanır.
Tutukluk döneminin bitmesi sonrasında, 1974'te bir başyapıt sayılan Arkadaş'ı çeker. Birbirinden uzak düşen iki üniversite öğrencisinin, aralarındaki toplumsal uçurumların farkına varmaları ve ilişkilerinin giderek zayıflamasının anlatıldığı film, ülkemizdeki 'kültür şoku'nun da bir belgesi gibidir. Yılmaz Güney'in Adana'da Endişe adlı filmi çekerken karıştığı bir olay sırasında bir yargıcı vurarak öldürmesi uzun bir hapishane hayatının başlangıcı olacaktır.


Yine de o sinemadan kopamaz. Senaryolar yazmaya, üretmeye ve hep üretmeye devam eder. Senaryolarından biri Zeki Ökten tarafından Sürü adıyla sinemaya aktarılır ve bu film, yurtiçinde ve yurtdışında birçok ödül alır. Ökten'in çektiği Düşman'ın ardından Gören'in kamera karşısına geçtiği Yol gelir.

1981'de cezaevinden yurtdışına kaçmayı başaran Yılmaz Güney, Yol'u yeniden çeker ve film bu kez 1982 Cannes Film Şenliği'nde büyük ödülü Costa Gavras'ın Missing'iyle paylaşır. Yılmaz Güney yurda dönme çağrılarına uymaması sebebiyle 1983'te Türk yurttaşlığından çıkarılır. Aynı yıl Fransa'da Le mur (Duvar) adlı filmi çeker, ancak film pek ilgi görmez. Ve ertesi yıl 9 Eylül 1984’de Paris’te kanser hastalığından yaşama, sevdiklerine ve hayatını adadığı sinemaya veda eder.
Yılmaz Güney, senaryosundan kurgusuna kadar sinemada yetkin olmayı başaran ender yönetmenlerden biridir. Sürekli farklılık arayışı içinde olması, yapıtlarındaki şiirsellik ve zengin görsellik onu ayrıcalıklı kılan yanlarıdır. Lütfi Akad'ın özgün bir anlayış getirdiği Türk sineması Yılmaz Güney'in filmleriyle yeni bir aşama kaydetmiştir. Detay zenginliğine sahip, realist, olanakları en uygun biçimde kullanan ve toplumsal olayları özümseyen filmlerdir bunlar. Yılmaz Güney sineması 'sinemacılar kuşağı' olarak bilinen genç kuşak yönetmenleri de yönlendirmeyi başarmıştır. Onunla başlayan ve 'Yeni Sinema' olarak adlandırılan bu dönemde Türk sineması dünyaya açılma olanağı bulmuş, onu takip eden genç yönetmenler yurtdışında kayda değer başarılar elde etmişlerdir. Yapıtlarıyla gerek yurtiçi gerekse yurtdışında birçok ödül kazanan Yılmaz Güney, sanatın diğer dallarında verdiği eserleriyle de pek çok kitlenin gönlünde önemli bir yere sahiptir.
Kendisini saygıyla anıyoruz…

Yılmaz Güney'in Eserleri:
Rol Aldığı Filmler: Tütün Zamanı, 1959 - Dolandırıcılar Şahı, 1961 - Kara Şahin, 1964 - Mor Defter, 1964 - On Korkusuz Adam, 1964 - Yaralı Kartal, 1965 - Beyaz Atlı Adam, 1965 - Ben Öldükçe Yaşarım, 1965 - Sokakta Kan Vardı, 1965 - Çirkin Kral, 1966 - Hudutların Kanunu, 1966 - Ve Silahlara Veda, 1966 - Yiğit Yaralı Olur, 1966 - Balatlı Arif, 1967 - İnce Cumali, 1967 - Kızılırmak Karakoyun, 1967 - Kozanoğlu, 1967, Kurbanlık Katil, 1967 - Azrail Benim, 1968 - Kurşunların Kanunu, 1969 - Zeyno, 1970 - Namus ve Silah, 1971 - Sahtekar, 1972.
Senaryosunu Yazıp Yönettiği Filmler: Bu Vatanın Çocukları, 1959 - Alageyik, 1959 - Kamalı Zeybek, 1964 - Konyakçı, 1965 - Krallar Kralı, 1965 - At, Avrat, Silah, 1966 - Eşrefpaşalı, 1966 - Çirkin Kral Affetmez, 1967 - Belanın Yedi Türlüsü, 1969 - Piyade Osman, 1970 - Sevgili Muhafızım, 1970 - Şeytan Kayalıkları, 1970 - İbret, 1971.

Senaryosunu Yazdığı Filmler: Karacaoğlan'ın Karasevdası, 1959 - Endişe, 1974 - İzin, 1975 - Bir Gün Mutlaka, 1975 - Sürü, 1978 - Düşman, 1979 - Yol, 1982.
Senaryosunu Yazdığı, Yönettiği ve Oynadığı Filmler: Bendim Adım Kerim, 1967 - Pire Nuri, 1968 - Seyit Han, 1968 - Aç Kurtlar, 1969 - Bir Çirkin Adam, 1969 - Umut, 1970 - Kaçaklar, 1971 - Vurguncular, 1971 - Yarın Son Gündür, 1971 - Umutsuzlar, 1971 - Acı, 1971 - Ağıt, 1971 - Baba, 1971 - Arkadaş, 1974 - Zavallılar, 1975.

Senaryosunu Yazdığı ve Yönettiği Film: Le Mur, 1983.
Kitapları: Boynu Bükük Öldüler, 1971 - Hücrem, 1975 - Salpa, 1975 - Sanık, 1975 - Selimiye Mektupları, 1975 - Soba, Pencere Camı ve İki Ekmek İstiyoruz, 1977 - Seçimlerde CHP Neden Desteklenmelidir?, 1977 - Faşizm Üzerine, 1979 - Paris Komünü Üzerine, 1979, Oğluma Hikayeler, 1979.

CİHAN BİLGEN
Senarist- Yardımcı Yönetmen

Hiç yorum yok: