19 Nisan 2008

1 Mayıs

SABAHIN BİR SAHİBİ VAR…

“Yepyeni bir güneş doğar dağların doruklarından, Mutlu bir hayat filizlenir kavganın ufuklarından, Yurdumun mutlu günleri mutlak gelen gündedir.”*

Her 1 Mayıs yaklaşırken çocukluğumu anımsardım. Babamın bir gün önceden eve kırmızı karanfillerle gelişi, 1 Mayıs sabahı annemin evden çıkarken yakasına taktığı o karanfilin kan kırmızı rengi, güzel kokusu… Babamın o kalın, tok sesi ile söylediği marş: “1 mayıs, 1 mayıs. İşçinin emekçinin bayramı…”

Artık 1 mayıs yaklaşırken ilk aklıma gelen şey, 2007 1 Mayıs’ında polisin sıktığı tazyikli suya karşı Sine-Sen’in pankartını dimdik ayakta tutan arkadaşlarımı gördüğüm o fotoğraf geliyor. Polis, bir araya gelen herkesi gözaltına aldığı için, teker, teker çıkmıştık Taksim’e. Peki geçtiğimiz 1 Mayıs’tan bu 1 Mayıs’a ne değişti? Daha önceki 1 Mayıs’larla önümüzdeki 1 Mayıs’ın ne farkı var?

2008 1 Mayıs’ına yaklaşırken, ülkemizde ve dünyadaki emekçilerin sermayenin dayatmalarına karşı haklarını savunmak için grevlerle mücadele ettiklerine tanık oluyoruz. Özellikle yurt genelinde 14 Mart’ta SSGSS’ye karşı gerçekleştirilen iki saatlik iş bırakma eylemi ile geçtiğimiz günlerde on binlerce emekçinin katıldığı 6 Nisan mitingi, bunlara en yakın örnekler. Bu eylemlerde işçilerin ‘genel grev’ çağrısı yapıyor olması ise, işçi hareketinin son 25–30 yılına bakmamızla anlaşılabilir.

Emekçiler üzerindeki sömürüsünü daha da artıran sermaye, 1980 yılında meşhur “24 Ocak Ekonomik Kararları” ile Türkiye’ye de yüzünü göstermiştir. Bu kararların ilk meyveleri ise, yüksek oranda devalüasyon, temel tüketim maddelerine çok yüksek oranlarda zam, işçi ücretlerinde sınırlama, tarımsal ürünlerde düşük taban fiyatları olmuştur. Kararlardan kısa süre sonra gündeme gelen 12 Eylül askeri darbesi, işçi sınıfı ve halkın neoliberal politikalar karşısındaki direncini kırmak için özel bir işlev görmüştür.

12 Eylül yönetiminin, sendikaları kapatmanın yanında ilk icraatı, SSK ilaç bedellerinden %10 katkı payı almak olmuştur. Baskı yıllarının ardından işçi sınıfı, tarihe geçen 89 bahar eylemleriyle o ana kadar yaşadığı hak kayıplarını ücret düzeyinde önemli oranda telafi edebilmiştir, ancak sosyal haklar ve sendikal örgütlenme cephesinde uğradığı kayıplarını geri almak mümkün olamamıştır. Olamamıştır, çünkü işçi hareketi ve sendikal hareket dönemsel zaafları, bünyevi zaaflarla birleşince içine girdiği mücadeleci hatta devam edememiştir.

Sovyetler Birliği’nin 50’li yılları ortalarından itibaren kapitalist yenilenme sürecine girmesi ve buna bağlı olarak örgütlerde yaşanan revizyonist dönüşüm, işçi sınıfının hem sendikal hem de siyasal olarak öndersiz kalmasına yol açmıştır. Bu durumun kaçınılmaz sonucu işçi ve emekçilerin gerçek anlamda örgütsüz kalması olmuştur. 12 Eylül darbesi ve Sovyetler Birliği’nin çöküşü ile sermaye cephesi en azgın şeklinde saldırırken, sendikalar dönemin bu karşı devrimci eğilimleri karşısında bir önceki dönemin refleksinin ötesine geçememiş, “Gelin bu işi masada çözelim”den öte bir tutum geliştirememişlerdir.

İşçi sınıfı ve emekçiler, baştan itibaren sermayenin saldırılarına direnmeye, saldırıları püskürtmeye çalışmışlardır. Özelleştirme saldırılarına karşı işçiler 10–15 yıl boyunca göğüs germiş, sermaye hükümetlerinin girişimlerini defalarca geri atmayı başarmıştır. Bugün bile TEKEL ve PETKİM örneklerinde olduğu gibi, özelleştirme girişimleri çatışma alanları olmaya devam etmektedir.

Ancak işçiler ve emekçiler, emek düşmanı politikaların uygulayıcısı her hükümetin sonunu getiren süreçlerin başlatıcısı olmuş; ANAP ve Anasol (DSP-MHP-ANAP Koalisyonu) hükümetlerinin sonunu işçi ve emekçiler getirmiştir. Kuşku yoktur ki, AKP hükümetini de aynı son beklemektedir. Öte yandan bütün bu mücadeleler içerisinde, yeni mücadele ve örgüt biçimleri geliştirilmiştir.

İşçi ve emekçilerin bütün bu çabalarının saldırıları püskürtmeye yetmemesinin ve buna bağlı olarak, önemli hak kayıplarına uğramalarının nedeni işçilerin mücadele etmemeleri değil, bu mücadeleleri birleştirerek tek merkezden yönlendirilmelerini sağlamaya hizmet edecek taktik plandan yoksun oluştur.

Türkiye, emekçilere ve yoksul halka yönelik ekonomik saldırganlığın arttığı, devletin temel yönelimlerinin yeniden şekillendirilmesi noktasında egemen güç odakları arasında siyasi gerilimlerin tırmandığı bir dönemden geçiyor.

Hükümetin IMF’ye bulunduğu taahhütlere bağlı olarak sürdürdüğü neoliberal saldırganlığın bugünkü hedefinde, işçilerin, emekçilerin ve yoksul halkın sağlık hakkını ve olabildiği kadarıyla güvenli geleceğini oluşturan sosyal güvenlik kurumlarına son darbeyi indirmek ve TEKEL başta olmak üzere özelleştirmeleri gerçekleştirmek, kıdem tazminatını da hedef alan istihdam paketini çıkartmak bulunuyor.

SSGSS yasa tasarısı, hükümet tarafından temel yasa kapsamında bir an önce meclisten geçirilmek isteniyor. Hükümet, IMF’ye taahhütte bulunduğu bu konuda oldukça gözü kara bir tutum sergiliyor.

Bununla birlikte, düşün ücret dayatması, temel tüketim maddelerine yapılan yüksek oranda zamlar, sendikal örgütlenmeye karşı patronların gösterdiği tahammülsüzlük ve saldırgan tutum, işçi ve emekçileri mücadele yönünde her gün daha fazla tahrik edip yığınlar halinde harekete geçmelerine neden olmaktadır.

Son 4–5 aya baktığımızda bu bakımdan tablo şudur: Havayolu işçilerinin grev aşamasına gelen TİS sürecindeki mücadeleci tutumu, Telekom grevi, Akyıl, Yörsan, Dimes, TEGA Mühendislik, İlbek ve Tuzla Tersane işçilerinin direnişleri, Mersin’de tarım işçilerinin direnişi, kamu emekçilerinin eylemleri, SSGSS’ye karşı işçilerin, emekçilerin ve halkın verdiği mücadeleler ve nihayet bu mücadele ve eylemlerin 14 Mart ve 6 Nisan’da çok geniş katılımlı bir genel eyleme evrilmesi. Bu mücadeleler içinde işçilerin önce ileri unsurları, giderek genişleyerek ana kitlesi “genel grev- genel direniş” talebini öne sürmeye, saldırıların ancak bu yolla püskürtülebileceğini dillendirmeye başladı.

Bütün bu gelişmeler ve olgular 1 Mayıs’a yaklaşırken genel grev ve halkın genel direnişinin temellerinin geçmiş dönemlere göre çok daha genişlediğinin somut dayanaklarını oluşturmaktadır. Önemli olan işçi ve emekçilerdeki bilinç dönüşümüdür. Yani işçi ve emekçilerinin ana kitlesinde hakların ancak sınıfın birleşik eylemi ile alınacağı fikrinin gelişmesidir.

Bugün emekçileri bekleyen en büyük tehlike, SSGSS’nin meclisten geçmesidir. 1 Mayıs sermayenin saldırılarının püskürtülmesi ve yeni saldırı girişimlerinin önlenmesi, işçi hareketi ve sendikal hareketin daha ileri bir hatta ilerleyebilmesi bakımından, işçi ve emekçilerin önünde önemli bir olanaktır.

2008 1 Mayıs’ını önemli kılan, hareketteki genel grev genel direniş eğiliminin pratikte nasıl bir karşılık bulacağıdır. 2008 1 Mayıs’ı alan kutlamaları ile değil, bu cephede gerçekleşeceklerle tarihte hak ettiği yeri alacaktır. Bu konuda yeterince veri önümüzde durmaktadır. Yaşananların farkında olan örgütlü kesim de bunun bilincedir.

SSGSS’ye karşı ortaya çıkan mücadelenin 1 Mayıs’ta işçi ve emekçilerin ‘genel grev-genel direniş’ temellerinin güçlendirilip, genişlemesinin hizmetinde ve imkânlarının çoğaltılması gözetilerek kutlamasının sorumluluğunu da Sine-Sen üyeleri, diğer sendika ve siyasi parti üyeleri gibi omuzlarında hissetmelidirler.

1 Mayıs işçi sınıfının birlik günüdür. Bunun anlamı işçilerin kapitalizm karşısında, kapitalist sömürüye karşı birleşmesini simgeleyen bir gündür. Burada “birlik”; aynı işyerindeki işçilerin patrona, aynı ülkedeki tüm işçilerin kapitalist sınıfa ve hükümetlerine ve bütün dünyanın işçilerinin de uluslararası sermaye güçlerine karşı birliğini ifade etmektedir.

1 Mayıs işçilerin dayanışma günüdür. 1 Mayıs’ın “dayanışma” ilkesi; sermayenin saldırılarına, işçileri bölme ve birbirine karşı rekabete sokma girişimlerine karşı, işçilerin kendi aralarındaki dayanışmasını, talepleri için ayağa kalkan bir işçi kesimine, sınıfın tüm diğer bölümlerine de yerine göre bir işyerinde, yerine göre ülkede, yerine göre de dünya çapında destek vermesini ifade eder.

Bu anlattıklarıma bakınca, eğer sesimizi çıkartmazsak bizi ileride güzel günlerin beklemediği apaçık ortada. Ancak bunun tersine, anlattıklarımdan emekçilerin son 30 yıla oranla bu yıl daha da bilinçli olduğu ve bizim istemediğimiz şeyleri seçilmişlerin(!) çıkartamayacağı da ortada. O nedenle haklarımız ve geleceğimiz için, sendika pankartımızın altında, omuz omuza, gücümüzü ve birlikteliğimizi sermayeye gösterelim. Hepimizin bayramı şimdiden kutlu olsun.

Yaşasın 1 Mayıs, yaşasın sınıf dayanışması.


Cihan Bilgen
Senarist- Yardımcı Yönetmen
cihanbilgen@hotmail.com

* 1 Mayıs Marşı-Söz ve Müzik: Sarper ÖZSAN
Fotoğraf: Özgür Cengizbay

1 yorum:

Adsız dedi ki...

merhaba hanımefendi, nasılsınız?